11 Aralık 2013 Çarşamba

Sen Aydınlatırsın Geceyi: İnsan Endişelerinden mi Yaratılmıştır?

'Nesini sevdin o zaman filmin?' denmesiyle başlamadı benim film üzerine düşünmem aslında, sadece o kadar yoğun bir filmi özümsemek daha fazla vakit alacaktı, aldı da. Hatta sadece izleyerek değil, düşünerek, okuyarak, daha çok okuyarak anlamaya çalıştım tüm detaylarını.

Gerçekten bir şeyi sevmek için o kadar somut bir nedene ihtiyaç yoktur ki diye düşünürken, aslında öyle olmadığını keşfettim önce. En somut nedenim sorgulatması, düşündürmesi ve birçok insanla fikir paylaşımına sürüklemesi oldu.

Önce popüler kültür baskısının dışına çıkma fikrini, değişik anlatım biçimlerini, renksizliğini, hayatın akışı içinde olsa da birden fazla konunun üst üste atılarak birleştirmenin yoruma bırakılması fikrini sevdim. 

Filmin tek ana tema üzerine kurulu olmadığını sanmış olsam da zamanla farkettiğim aslında bu film hayatın rutin akışının, uyumsuzluklarla farkedilir kılınması üzerine kurulmuş olduğudur. Filmi anlatmak pek çok ayrı konudan aynı anda konuşmaya çalışmak gibi görünse de, senarist bunu her şeyi birbirine bağlama çabası gütmeden başarıyla sonuçlandırmış.

En başından itibaren donuk bakışlarıyla filme dahil olan ana karakterin dönen cisimlerle vantilatörlerle, türbinlerle, tekerlerle bağlantısı öyle baskın sunuluyor ki, değişik bir yere bağlanmasını bekledim, oysa hayatın bütün gidişatı bir döngüden ibaret değil mi, durdurmaya çabalamadığımız sürece kafamızı bulandıracak olan.

Girişte intiharı, ölümü normalleyerek; karamsarlığın yaşamın içinden de gelebileceğini sunmuş bir anlamda. Ana karakterin bileklerini kesmesiyle başlasa da, intihar ve ölüm fikirlerinin acıklı bir şekilde  sorgulanmasına izin vermemiş. 

Sonrasında kocaman bünyeli bir adamın kahvedeki ucuz muhabbetten  'aşk olmadan meşk olmaz' diyecek kadar sıyrılması insana bir umut vermiyor değil. hatta bu adamın büyük kurgulanmasının sebebi duygusal yanı bile olabilir.

Fazla ilaç aldıkları için uçabilen çiftin aslında aşktan ve aşkın üzerimizde bıraktığı o tuhaf his yüzünden uçmadıklarını, sonrasında hayata dönüşlerinin kusmak suretiyle gerçeklenmediğini kim söyleyebilir? rüya gibi bir anın gerçeğe evrilişinin kusma üzerinden anlatılmasını değil de, kusma gibi kötü anların birlikte paylaşılmasının insanları birbirine daha yakınlaştırdığını düşünmek benim algıma daha yatkın doğrusu.

Filmdeki kadınlar da sürekli yalan söylemeye itiliyor. En baskın konu bu muydu bana mı öyle geldi yanlı olmamdan ötürü (gerçi ne kadar az kadın vardı, olanlar da ölmüş!)? Belki baskın aile yapımızdan bir türlü çıkıp bireysel kimliğimizi oluşturamadığımızdan. Ama çoğumuz doğru söylemenin getireceklerini kaldırabilecek kadar şanslı doğmadığımızdan. Her iki kadında da bunu gördüm ben, iki ayrı sınıftan seçilmiş kadınlar oysa. kadınlar yalan söylüyor, kadınlar erkeklere ihtiyaç duyuyor, öpüşünce taş yağıyor. Yine de kararları erkekler veriyor, kalma ya da gitme kararını. Duygusal yanı bir kenara bıraksak, fiziksel koşulları kararlı haliyle tutmak konusunda bu kadar ısrarcı olur muyuz gerçekten? Yaşadıklarımızın korkusu ve yaşamadıklarımız endişesi mi bizi bu kararlı hali korumaya iten, daha iyisini sorgulamaktan alıkoyan.

Ana karakterin endişeleri var evet, aldatılmaktan kaynaklı endişeleri. Karısını hırpalamasının bunu için, öğüt almak zorunda kalmasının sebebi bu. Öğretmeninin yokken de oralarda olmasının sebebi kaygılarını gidermek onun. Ama öğretmenin tamamen var olmasını sağlayan şey, belki ölüm fikrinin yeniden ortaya çıkması. Aldatılmaktan kaynaklı endişelerini paylaşan iç sesken, ölmesiyle birlikte gerçeklenmesi ve geç kalmışlığın ön plana çıkması da bundan. Ama kadınların endişeleri, daha çok erkek egemen toplumun onlara yapacağı baskıyla ilgili. Belki de gerçekten insan endişelerinden yaratılmıştır, kim bilir? Bu konu üzerine daha çok okuyup düşünmem gerekecek.

Erkeklerin yaptıkları haksızlıkları bildiklerinden mi kan akar gözünden, yoksa başkalarına öğütler vererek içine düştükleri durumun çelişkisini sindiremedikleri için, hala insanlığa dair bir şeyler kaldığı için mi? bu konu muamma. Ama filmdeki doktorun kan ağlamasında üzüntü gördüğümü söyleyemem.

Bir de mafya konusu var ki gerçekten bence filmin gerekmeyen tek detayıydı. Başta silahsız silahlı kahramanın kullanıldığı düşünülse de, ilk sahnedeki atıştaki kendi iradesini ve bundan duyduğu hazzı içermiyor muydu? kendi eli kendi iradesi. oyuna katılma isteği vardı, sonuçları hesap etmeyen ortalama bir insan. Ortalama günümüz insanı demek daha doğru olacak.

Birilerinin hayatımızdaki yerini başka deneyimler yaşayınca anlayabiliyoruz. Ama çok geç olabiliyor işte. Ana karakterin zamanı durdurma çabası da geç anlamış olmasından değil mi hatasını? Kendisine güvenen bir kadının onu reddedecek kadar kararlı olabilmesine sebep olabilecek kadar geç. Zamanı toptan durdurmak değil de bazen kolyenin varlığını (sanırım burada kafamızdaki şüpheleri temsil edecek bu kolye) sorgulamaktan sıyrılıp kendi başına kalıp düşünebilmek bile insanın çözümlemesini sağlayabilecekken, bunu yapmak yerine ikişer beşer kalabalıklarda, daha da büyük kalabalıkların baskısında çözümsüzlüğe debelenip duruyoruz. Sonuç da havada asılı kalan bir uçağa saatlerce bakakalmaktan ibaret oluyor. Yargılarımızın cezası herhangi bir zaman diliminde bir yerlerde asılı kalmak oluyor.

Film bir aşk hikayesi değildi belki, ama aşktan nasibini almıştı. Kusmuklu anlarla başlayıp, şiirli devam eden, araya bazen işkembenin, bazen başka insanların girdiği, en son geç kalınmışlık ve ayrılıkla, boşlukta biten, bütün uygunsuzluklarıyla (absürdlük mü demeli?) gerçek hayattakine benzeyen bir aşktan nasibini almıştı.









Pek çok değişik özelliği olan kahraman içerse de, çoğu yetenek baskın şekilde kullanılmamıştı. Mekanın Akhisar olmasından mı kaynaklı, yoksa insanın insan olmasından mı kaynaklı bilmem. Ama bence görünmezler sadece görünmezdi ve bir şeyleri parmağınla hareket ettirebilmek bir yetenekten çok bir durum olarak sunulmuştu. Bütün bunlarla kendi içinde farklılığın bütünlüğünü taşıyan bu film bence izlenmeye değer bir film olmuştu. beni düşünmeye, okumaya, irdelemeye yönlendirdi. Elinize sağlık Onur Ünlü.