15 Eylül 2016 Perşembe

gidenin ardından

Belki bir pazartesi, belki perşembe bilmiyorum. Yürüyoruz dört çocuk. geniş yollar hepsinin bahçesi olan, öylesine ferah. bir gün onlardan birinde yaşamayı bile hayal etmeyecek kadar özgürüz. belki en son o zaman özgür olduk, 12-13 yaşında.
çam ağaçlarından topladığımız kozalakları atıyoruz birbirimize, elimizde resim çantaları. en ufağımız bir oğlan, bir gün büyüyünce hepimizden görkemli ve alımlı olacağını o zamanlar bilmiyoruz. senle ben, bet sesimizle her yeri ayağa kaldırıyoruz şarkı söyleyerek. sanki hiç fırsat verilmemiş gibi, sokaklarda bağır çağır en sevdiğimiz şarkıları.sen 'Pentagram' severdin. sınıfa ilk geldiğindeki simsiyah görüntün, kara gözlerin, simsiyah küt saçların gözlerimin önünde. bir gün bir evden rahatsız olup susturdular bizi. kızamam, çocukluk her zaman tahammül edilecek bir şey değil sanırım.
sokaklarda hala ağaçların olduğu dönemler, dut, kiraz, erik topluyoruz. ben çıktığım ağaçlardan inemiyorum çoğunlukla. ağaç sahipleri bizi kovalıyor. sonra sadece oğlanlar çıkıyor ağaçlara, biz yiyoruz. her zaman ne varsa eşit bölüşüyoruz. onlar topluyorsa biz çantaları taşıyoruz.
yaz gelince senle ben balkonlarını işgal ediyoruz evlerin. mutlaka sen yeniyorsun tavlada, ama hep yeniden, azimle oynuyorum ben. yeniden yeniliyorum. bizi ancak havanın kararması durdurabiliyor. dağılıyoruz.
aradan uzun birkaç yıl geçmiş, artık kendi başımıza otobüs yolculuğu yapabiliyoruz. yolculuk dediysem, Kızılay'dan eve. bir çift katlı yeşil otobüsün ikinci katında Nazımdan şiirler okuyoruz. hem herkes duyuyor, hem hiç yüksek sesle değil. Keçiören otobüsünde bile kimse ses etmiyor nazıma. kitabın herhangi bir sayfasını seçiyoruz. sıradaki şiir sana gelsin, sınıfındaki o bodur oğlandan.
bir gün merak etmişiz bu çift katlı otobüsler nereye kadar gider? yine aynı geçmişten kalma üç kişi. çocukluğunu kaybetmemiş üç delikanlı. öyle uzak bir yere gidiyor ki, Ankara'nın hiç bilmediğimiz bir uzak noktası. belki içimizde korkuyla karışık pişmanlık, hatırlamıyorum. ya da değişik bir adım atmış olmanın heyecanı.(belki bir başkamız hatırlar, lakin bunu artık tartışamayacağız.) ormanlıkların arasında bir noktada son durak diyor şoför, iniyoruz. onca yolu geri yürümek kimin fikriydi? eğer o gün üzerimizde kabanlarla, kimsenin olmadığı o bölgede çekilmiş fotografımız olmasa, soğukluğa dair hiç bir his yok içimde.-varlığınızın sıcaklığından olmalı-  sadece yorgunluk kalmış aklımda, o da belki üç-dört saatlik yürüyüşün sonunda.
bir daha birbirimize o günlerdeki kadar yakın olamadık. farklı ortamlarda büyümenin, farklı insanlar olarak büyümenin verdiği etki bu. ama birlikte o kadar çok anı biriktirmişiz ki...
ilk içtiğimiz bira mesela, ilk nargile, ilk sevgili hikayeleri, pek çok acı,  evde dans edişlerimiz, senin yaptığın kokteylleri içerek videoları taklit edişimiz. -dans ederken senin kadar kıvrak olamasam da bir o kadar rahat hissetmişimdir.- ve hiç bir zaman sözlerini öğrenemeyeceğimiz rap şarkılarıyla kareoke yapma çabamız.
şimdi sen giderken, çocukluğumu da yanında götürürken bildiğim bir şey varsa, o da hayatımdan bu şekilde çıkamayacağın. belki biraz daha uzak mesafeden, ama hep birbirimizin bir parçası kalarak devam edeceğimiz payımıza kalanlara.