‘…Kol emeği ile yapılan işlerde becerinin ve gücün gerekliliği ne kadar azalırsa, başka bir deyişle modern sanayi ne kadar gelişirse, erkek emeğinin yerini o ölçüde kadın emeği alır. Yaş ve cinsiyet farklılıklarının işçi sınıfı için hiçbir ayırt edici toplumsal geçerliliği kalmamıştır artık. Artık yalnızca, yaş ve cinsiyetlerine göre farklı masraflara yol açan iş araçları vardır…’ K. Marks
Modern sanayinin gelişimiyle fabrikalardan okullara, hastanelere, bürolara kadınlar da çalışma hayatının her alanında. Her ne kadar erkek egemen sistemin mülkiyet düzeni kadını çalışma alanında özne olarak konumlandırmak yerine, sadece aile içi ev ekonomisinin parçası olarak görmeyi tercih etse de, ekonomik ilişkiler üretim biçiminin ve üretici güçlerin değişimini ve kadın emeğini önemli bir hale gelmesini doğuruyor.
Kadına öncelikli olarak biçilen ev emekçisi, anne rolleri sürdürülmeye çalışılsa da; kadının aile ve toplumdaki yerinin sonsuza dek değişmez olduğu, ahlaki olarak bunun gerekliliği anlatılmaya çalışılsa da, günümüz üretim sistemleri kadın emeğini sonuna kadar sömürmekten de geri kalmıyor. Bu süreç, kadınların eşitlik ve özgürlüklerini elde edebilmek için üretim sistemlerine dahil olmasını; aynı zamanda da emeğinin ikincil emek olarak görülüp, daha ucuz işgücü olarak sömürülmesine karşı durması gerekliliğini ortaya çıkarıyor.
Bugün toplumun temel yapısını oluşturan cinsiyete dayalı işbölümü, erkekler için düzenlenmiş iş alanları, erkek işi olarak tanımlanmış mesleklerin olması, işgücüne katılımının önündeki engellerle birlikte kayıt dışı ekonominin bir parçası olmaya zorlanması kadınları; kendilerini var edebilmek, çalışabilmek evin dışına çıkabilmek için daha çok mücadele etmek durumunda bırakıyor.
Teknik konularda çalışan kadınların, erkek alanlarına müdahale etmişçesine, gerek fiziksel gerek psikolojik sınırlandırmalarla baskıya alınması, günümüzde hala kadının iş hayatındaki konumunun benimsenmemiş olduğunun en önemli göstergesidir. Bu nedenle kadın emeğinin eğitilmesi, üretim sistemlerinin her alanında var olabilmesi açısından önemli olsa da erkek emeğiyle eşit değere gelmesi için yeterli olmamaktadır.
Bunun en belirgin olarak gözlendiği, iş önceliğinin erkelere verildiği teknik alanlar, kadınların kendilerine fırsat yaratmak ve kendini kanıtlamak için öncelikli olarak erkeklerle sonra birbirleriyle, bir yandan eril zihniyete bürünerek kıyasıya bir mücadeleye girmesini getirir. Daha çok insanın işsiz olduğu ve kadınların ikinci seçenek olarak görüldüğü çalışma ortamında, iş bulabilmek için düşük maaşların kabul edilmesi de kaçınılmazdır. Yine aynı sebeplerden kadınlar esnek çalışma denilen, iş gücünün bir arada olabilmesine engel olan, çalışma saatlerini patronlar lehine ortadan kaldıran, güvencesizliği artıran ve sosyal yaşantıyı baltalayan çalışma yöntemini tercih etmek zorunda bırakılmaktadır.
Uzun yıllardan bu yana kanıksanmış olan cinsiyetlerler arasındaki iktidar ilişkisi, aynı eğitimi almış, aynı çalışma ortamını yakalamış, belki daha yetenekli bir kadının teknik olarak yetersiz görülmesi, yaptığı işlerin sürekli bir erkek tarafından onaylanmasına gerek görülmesi, kadınları, kendine olan güvenini de sorgulamak zorunda bırakıyor. Bu cinsiyetçi baskı, çoğumuzun bir söz söylerken doğru olduğunu bildiği halde söylemekten çekinmesi, dışlanmışlık hissi ve kendimizi geri plana çekmemizle sonuçlanıyor.
Sınıfsal konumunu henüz kavrayamamış beyaz yaka kadınların, mücadelede erkeklerden ayrılması esas olarak, kadının sistem tarafından olduğu kadar erkek egemen toplum tarafından da sömürülmesindendir. İçinde bulunduğumuz çalışma ve yaşama koşullarının getirdiği baskıya bakarak, kadınların özgürce var olabilmesi için, kendi kimliği için de mücadele etmesi gerekir.
Toplumsal yapının cinsiyetçilik vurgusundan kurtulamadığı, toplumdaki yerinin evin içinde kurgulandığı, kendine uygun – erkeği tarafından izin verilen işlerde çalışabileceği, eşit söz hakkına sahip olmadan, hakkında bahsedilirken birilerine referans verilmesi gereken (birinin karısı, birinin kızı olarak), doğrudan ya da dolaylı olarak bütün yaşam alanları kapatılmış, sınırlanmış kadın, nasıl var olur - kendisini nasıl var eder? Çok uzun yıllardır süregelen, pek çok alışkanlığın erkeklerin olduğu kadar kadınların da özüne işlediği bu sistemde bir şeyleri değiştirmek nasıl mümkündür?
Bugün kendimize biçilen rolü kabul etmeyip, eğitilmiş emeğimizin kaderimizi, çıkarlarımızı işçi sınıfından ayırmadığının bilinciyle; erkek - kadın omuz omuza mücadele bilinciyle, üretim sistemlerine olduğu kadar sosyal siyasi yaşama katılma hakkımızı da kullanarak; bize uygun görülen stresli hayatlarımızı, bizi kendimize yabancılaştıran, bedenimizi toplumun bedeni yapan, renksiz, rahatsızlık verici ve tatmin etmeyici gidişatı değiştirmek hakkımızdır. Bu değişim, üretken emek gücüne katılımın sağlanmasıyla, emeğimizin eşit görülmesi, hak ve taleplerimiz için mücadelemizle olacaktır. Bu hakkımızı sonuna kadar zorlayacağız.