24 Nisan 2014 Perşembe

Cennet Batıda (Eden a l'ouest) - 'Diğer' Olmak

Göç üzerine kurulmuş film. Göç değil de, Elias'ın göçü ve göçmenlerin yaşantısı daha çok... İş bulma zorunluluğundan ya da başka hayat var mıdır diye meraktan batıya doğru giden. Hepimizin bildiği, şanslı olanların sadece uzaktan bildiği göç hikayeleri.


Filmin ilk sahnesinde parası olmayanlara başka bir hayat var mı diye bakmak için bile bir şans verilmediğini görürüz. Sonra bir gemide göçmenlerin bilinmezliğe giderken, eski hayatlarından, kimliklerinden bile vazgeçmek zorunda kalışlarına şahit oluruz. Ama zaten onlar başka bir hayat umudunda olan yollarından döneceklerine, canlarından olmaya bile razı olduklarını anlatırlar bize, polise yakalanmak yerine gemiden atlayışlarıyla.

Elias, azimle bir yıl boyunca Fransızca öğrendikten sonra çıktığı yolculuğunda, bir gemiden denize atlayarak kaçarken yoldaşından ayrılmak zorunda kalıyor. İnanmak istediği için, beklediği gibi olması umuduyla karaya vurduğu yeri cennet sanacaktır belki. Çıplak kadınlar, eğlenen insanlar, ücretsiz yemekler... Bir de tedirginlik dikkatimizi çekiyor o tatil köyünde yaşayan insanların üzerindeki: hırsız, pis göçmenler oraya da ulaşırsa ne olur halleri? o sefil görüntüleriyle etraflarında gezerek huzurlarını kaçırmalarına izin mi versinler yani? başka bir hayat olduğunu hatırlamalarına sebep mi olsunlar?


Elias çok kısa zamanda görüyor cennetin sadece bir tatil köyünün adı olduğunu; kendini ele vermemek için birinin odasındaki klozete elini dibine kadar sokarak temizlemek zorunda kaldığında, sadece güzel göründüğü için pek çok kez tacize uğradığında, yoldaşı aynı tatil köyünde insanlar tarafından yakalanıp yaka-paça polise teslim edildiğinde, ama en çok, aynı gemideki diğer göçmenlerin o kadar şanslı olmayan ölü bedenleri kıyıya vurduğunda, tatil yeri sakinlerinin buna bir oyunmuş gibi yaklaştıklarını gördüğünde anlar.

Filmin en güzel yanı belki de bu kadar karamsarlığın içinde hep bir umut vermesi insana. Elias nihayetinde yolculuğuna devam etmek için oradan kaçmanın yolunu bulmadı mı, İnsanlığını kaybetmemiş birilerinin yardımıyla yollara düşmedi mi yeniden?

Aslında film buradan sonrasında başlıyor, bütün inadıyla, hırsızla, azmiyle yola çıkan Elias'ın karşısına çıkan insanlar aldatıcı olsa da, bencil acımasız olsa da yolundan dönmediğini görüyoruz. hatta o kadar azimli ki göçmenlerin çalıştığı bir demontaj atölyesinde herkesten daha hızlı ve daha başarılı çalışıyor, taa ki ne kadar çalışsa da oradakinden daha fazlasına sahip olamayacağı kendisine anlatılıncaya kadar. Ve kendilerine verilen berbat yemeklere itiraz eden işçilerle birlikte yemekhaneyi basıp birkaç kişi pataklarken göz dolduruyor.

Birkaç insaflı yerel insanın dışında (ama var yani böyle insanlar da, yok saymayalım) hep 'diğer' insanlardan yardım gördüğüne şahit oluyoruz, adres sorsa sokak satıcıları, temizlikçiler yardım ediyor, yağmur yağınca evsizler çadırında yer veriyor ona, polisten kaçarken çingeneler polisle kötü olma pahasına koruyorlar onu. halden anlamak diye ben buna derim. Dil, din, ırk ne olursa olsun, ötekileştirilmiş birini ötekilerden başka kim anlar? Sahiden nasıl oluyor da bu kadar çok insan bir arada 'diğer' olabiliyor?


Filmde kaçak birinin gerginliğini alıyoruz, sevişirken, yürürken, konuşurken, uyurken sürekli bir sakınma hali. Sokakta sürekli polisle karşı karşıya gelme ve kaçış sahneleri var. gerçekten ne kadar empati kurmaya çalışsam da bu kadar yakından ilk kez gördüm bir yabancının içinde olabileceği zor durumu. Polis korkusunu ilk kez anladım göçmenlerin.

Film pek çok acı ve büyük zorluklar üzerine kurulmuştu ancak Elias'ın ifadesinde hep o kararlılık vardı. Evet o kararlıydı, inandığı bir şey vardı. Kendi dediği gibi 'bir planı' vardı. Ne yazık, Paris'e ulaştığında, umuduna ulaştığında elindekinin sadece bir hayal ürünü olduğunu fark ettiğinde, çaresizliği ilk kez yüzünde gördüm ve şu an anlatırken hissettiğim acıyı hissettim kalbimde. Bir yanında eyfelin sadece bir masaldan ibaret olan yanıp sönen ışıkları, bir yanında yakalanma kaygısı içinde olduğu çevik kuvvetlerin gürültülü ayak sesiyle dizilişi. ve elinde sadece sihirli değneği ile Elias...


Sanki olanları ben yaşıyormuşum gibi hissettiren Riccardo Scamarcio'nun oyunculuğu su götürmezdi ve Costa Gavras'ın değişik anlatımıyla hep bildiğimizi sandığımız göç hikayelerini, burukluk ve umut ve daha nice duyguyla izledim. Henüz izlemeyenler varsa, ayırdığınız vakte değeceğinden emin olabilirsiniz.